20 Ağustos 2008 Çarşamba

Ölümün Kucağına...

Zamanla birlikte yürürken,
Gözlerim seni aradı o karanlık yollarda
Hani son bir kelimen vardıya,
Dudaklarının arasından süzülen
Elveda...
Unuttum, bakmadım, hissetmedim
Ellerim seni aradı gölgen bile yanımda
Özledimmi alıp kokluyorum
Biraz diniyor hasretim
Yolun sonu geliyor yavaşça
Hala göremedim seni
Galiba sen ve ben ayrı yollarda...
Ve geldim son çizgiye
Ölümün sıcak yüreği karşıladı beni
Zaman durdu,
Elimden kurtuldu...
Ve son kez döndüm arkama
Bozuk gözlerimle seni aradım,
En baştan en sona
Hala yoksun sen,
Bana hiçbitmeyecek diyen sen...
Ve bir adım daha
Son adımım,
Ölümün kucağına...

Ölüme bir yaşamaya hiç...

Ölüme bir adım kalır yaşadığımız sürece...her an ölebilme yeteneğine bürünmüştür tenlerimiz.İstediğimiz her an ölebiliriz..pencereden atlarız,boynumuzu keseriz veya bir şişe dolusu hapı dikiveririz tepemize...bukadar kolaydır ölüm..kestirip atmak zamanı..yoketmek bize verilen bu şansı..geleceği yoktan saymak bukadar kolaydır işte..aynadaki suretime her baktığımda derdim..işte şuan bile ölebilecek kadar yüceyim ben!ölmek ister çoğu kişi “tanrım al beni bu hayattan bıktım yaşamaktan” biçimindeki cümlelerin eş anlamlıları doldurur ağızlarını..sanki koca bir lokma varmış gibi geveleyip dururlar dudaklarını...ölmek..ölmek..ölmeyi istemek...konuşmak hep basit gelmiştir bana,işte bu yüzden konuştuklarıyla değil yazdıklarıyla tanınır bazı insanlar..her zaman kolaycılığa kaçmaktır konuşmayı seçmek..ölmek isteyen kaç insan bu cümleyi kurabildiği kadar rahat gerçekleştirebilmiştir acaba ölebilmeyi?...ne çeneler yorulur ne de dil “tamam pes “ der..yazarken kasların inlediğini hissetmek...mazoşist olmanın verdiği garip bir haz doldurur o an içimizi ve bastıra bastıra yazılır yazılar...belki ilk cümleler kadar zarif bir edayla süzülmeler kağıtlarda ama karanlık tüyleri olan bir kuğu gibi belli ederler kendilerini beyazların arasında...ölmek kaçmaktır..ölümü seçmek yoktur şıkların arasında..yaşamaktır zor olan..yaşamaktır yine içimizi acıyla dolduran..ele bir defa geçen ve birdaha da geçmeyecek olan tek şeydir yaşamak..hiç bir adım yok ona yaklaşabilecek..zaten tam ortasında kenetlenmiş duruyoruzdur..ona bağlanmışızdır çünkü yaşıyoruzdur..her istediğinde ölen sonra yeniden dirilen bir yaratık görmedim hiç..buyüzden ölmek istemek uzak kaldı hep düşüncelerime..bu yüzden acı çeksemde düşebileceğim en dip noktayı merak ettim sürekli...düştükçe düşüyorum sonunu görmediğim kuytulardan..düştükçe düşüyor ve düştükçe yine ne kadar düşeceğimi merak ediyorum..bu yüzden yaşıyorum merak ediyorum nezaman dayanacak gücümün kalmadığını hissedeceğimi...ve meraklarla bağlanıyorum hayata...bazen yokolduğumu hissetsemde elimde olmadığını düşünüp gülümsemeye gayret ediyorum..ölüm bir adım uzakta...yaşamaysa hiç adım kalmamış...seçim senin..ya bir adım at ya da bir adımı bekle o sana atsın...son nefesini verirken bile teslim etme kendini ölüme...kaçma ama asla teslim olma...sahip olduğun son saniyede bile gülümsemenin tadını tadabilirsin..sakın korkma hayattan..çünkü adımları atmak senin elinde...onlarsa sana uymak zorunda kalan birer köle...

Kelimeler ölür önce...

Kelimeler ölür önce
Cümleler ölür
Düşünceler ölür
Ve daha sonra ruhum ezilir ayaklarının altında
Bedenim ölmüştür zaten çoktan
Aynı çukurda dudaklarımız birbirine yapışık
Son bir öpücük ve son nefesimizdir
Vücudumuzdan çıkıp birbirimiz içinde koşuşan çocuklar
Ve biz ölmüşüzdür çoktan
Aynı ruhta
Aynı çukurda
Ölmüşüzdür gülümseyerek
Aynı suratlara bakıp birbirimizin ardından
Son çizgiyi çizerken hayatımıza
Ölmüşüzdür yine aynı karanlıkta...

İnadına yaşa...

Zamansız gelen dokunuşlar,işte bu canımı yakıyor hiç olmadığı kadar...Sinsi,kızgın ve bir o kadar acımasız gülümseyişler..her gülümseyişin ardında gizlenen bir çığlık yükseliyor göğe...zamansız geldi gördün mü yine acılar..

titrek karın ağrılarına dönüşüyor tenimdeki her dokunuşun..başımı çevirdiğim her saniye yeni bir dünya canlanıyor gözüme,yeni ama aynı dünya...Aynı dünyanın yeniden doğmuş biçimi..evet uyandığımız ilk anda kanamıştı içimiz..uyandığımız ilk anda da ağlamamış mıydık sanki...gülerek doğabileceğim bir dünya var mı tanrım?bir dünya yaratabilir misin biz gerçekler için...her doğan bebek gülerek uyansın 9 aylık rüyalarından...her düştüğümüzde her aşık olduğumuzda her canımız yandığında gülelim...böyle bir dünya neredeydi acaba?neredeydi bedenlerimizin ardına gizlenen sahte ürperişler..korunma içgüdülerimizin yarattığı sahte titreyişler...neredeydi bu dünya?

ölüm dedik...ölüp kurtulalım hadi...ölüm bitirmiyor her şeyi..kuantumun bir parçası olup uçuyoruz dünyada...bitmiyor her şey..biz aynı bedende var olamasakta,aynı ruh yaşıyor kirli dünyada...yaşa ..! inadına yaşa!...yaşa ağlayarak...inadına yaşa sürünerek..parçalansada yüreğin..parça parça kopsanda...kendi pençelerinle parçalansada bedenin..vazgeçme!yenik düşmek yakışmaz bu bedene...devrilme üç nokta bire dayanamayan bir dağ gibi yerlere...asla devrilme sahte ayaklar altında kalan yerlere...yaşa..!inadına yaşa!...acılarının mutluluğna dönüşmesini seyredeceksin elbet...yaşa...yaşa...ve inadına yaşa...bu kirli dünyada...

Eriyen düşler...

Zaman erimeye başlar aniden
Dudaklarına keşkeler çöker
İsteksizliğin vurur ansızın yüzüne
İstemezsin bitmesini o anın...
Gülmekten vazgeçeceğini bilirsin bir kahinin geleceği bilmesi gibi
Her dokunuşunda mum biraz daha erir
Biraz daha dolar eridikçe içi
Ya sönecektir sıcak,yumuşak suyuna banıp
Ya da bitecektir zamana dayanamayıp ölecektir...
Öyle bir an gelir ki...
Pişmanlık duymadan dolar gözlerin
Yalanlar çıkar koşarak ağzından...
Keşke yakmasaydım o tahtadan yapılmış kısa kibrit çöpünü dersin...
Her keşke daha bir dökülür içine
Daha bir boşalır içindeki mumun erimiş sularının doldurduğu bardağın
O an kararır gözlerin
Ve karardığı her ana lanetler okursun
Durdurmak istersin ve suratına bakmadığın
Dokunmadığın,
Seni öpmek için yanaştığında başını yıldızlara çevirdiğin her anı geri istersin...
Bencil hayattan...
O dakikalar çoktan çalınmıştır senden
Sana sadece keşkeli cümleler kalır
Harfler karıştırılır ve dizilir önüne...
Ne istediğini bulmak kalır sadece geriye...
Başımı çevirdiğim her an suratına bakıp gülümseseydim der içindeki o suskun ağlamaklı ses
Eritirdik zamanı...
Tükeneceğini bile bile yakardık kibriti
Karanlığımızda yalnız olmadığımızı anlamak için...
Yakardık zamanın o beyaz ipini
Tükenmezmiş...
Her dolduğumuzda donarak tekrar dönermişiz başlara
Unutmasakta tükenmeyeceğimizi,
Her gece tükenecekmişiz gibi o acı korkuyla uyanırmışız..
Her şafakta dalarken uykumuza,
Diğer bir gece korkacağımızı bile bile dalarmışız
Eriyen düşlere...

Acı mı bu...

Acı mı?Acı mıydı bütün bu yaşadıklarımız?Yoksa basit bir oyun muydu tek başımıza oynadığımız?İki ayrı uçurumdan iki ayrı insanın atlayışı gibi ,aynı anda...Kesişme noktaları aynı olan derin çukurlardan attık kendimizi kendi ellerimizle.

Son yazımı sana yazıyorum.En güzel yazımı da sana yazdığım gibi...Neden sonların gelişini kolaylaştırıyor bu beyinlerimiz?Sonsuzluğun bile sonu vardı beyinlerimizce.Peki neden sonumuzu sonsuzluktan uzatamıyoruz?Bu kez de pes etmedim hayattan ama yoruldum pes edilen filmleri seyretmekten...Gözlerimi ovuşturmaktan yaşlar akıttım yine kendi kendime kendimden yaşlar...

Son kez okur musun beni?Son kez çöz bütün şifrelediğim gizemlerimi...Ne düşündüğümü anlat bana.Evet bir kez ve son kez anlat...Kendimi dinlemekten nefret ediyorum çünkü.

Zorlanıyorum yazarken.Elimden düşüyor kalemim...O da bir boşluğa düşüyor benim gibi acımasız bir boşluğa...Karanlık ve derin bir boşluğa.Tıpkı dolmadan önceki kalbimdeki boşluğum gibi...

Kendine kıyan birini düşün...Çok yukarılara çıkmış uçabilmek için üç saniye...Belki uçamamanın ezikliğini yaşamış hayatı boyunca...Kendini avutmak istiyor uçarak.Tıpkı seninde kendini avutmak istemen gibi...

Ölümle yaşam arasında duruyor.Bir bacağı bir uçurumda diğeri ötekinde duran benim gibi...Bilinçaltı ne diyor sorsana bir?Belki gerçekleştirmesi imkansız hayalleri için acı çekiyordur...Yenik düşüyor kendine.Görüyor musun?Tanrı yenik düştü bir kez daha...

Ölümle yaşam arasındaki o üç saniyede düşündükleriyle kaç kitap yazılabilir,kaç kareli kağıt doldurulabilir acaba?Evet benim ruhumda yaşamla ölüm arasında...Okur musun beynini?Ruhum kaç kitap yazıyor bu sırada?Cevabı vereyim mi sana...Sadece üç harflik bir “SEN” i yazıyor...

Düşler uykusu...

İçim susuyor yine...kalemim konuşuyor benim yerime.Acı acı süzülmeye başladım ucumdan...kan gibi,su gibi,sen gibi...Tutamadım yine beni,bu sefer daha masum galiba...Galiba çünkü yine yalan söylüyorum!Galiba çünkü yine korkuyorum.Gülme takliti yaparken fısıltılrımda ağlamak istiyorum,haberi olmasın kimselerin,yine kanımın gözyaşı takliti yaparak vücudumdan aktığını saklamak istiyorum...

Dengesiz bedenin yine mi hükmetti sana?Sağa mı döneceksin yoksa aniden mi soluna?Uyanırken yine bu yattığımız düşler uykusundan , uyanır gibi yapıp sızacak mısın yastık yerine omuzuma?durma! Hadi rol yap bir kez daha bana...

Gülmek mi?Oda neymiş?daha sessizini gördüm ben içimde,daha acımasızını işittim kulaklarımda.Tanrıydı bana gülen bu sefer!Yine koydu önüme bir labirent daha...Bu kez geçebilecek miydim duvarları arasından,zamanı yenip?Sonunda mutluluk olduğunu bile bile pes mi edecektim o karmaşık yollarda!Ne zaman pes ettim ki ben?Ne zaman ağladım kendim için?Kendim için pes etmedim,kendim için ağlamadım hiçbir zaman...Hadi benim için sen ağla birdaha...

Acı bir tokat istiyorum suratıma.Acı...Apacı...Apacı yanan bir yanaktan da acı...somut şeyler acıtmaz ki bedenimi.Soyutluklarının yaktığı kadar yakamaz hiçbir oksijen doğarken nefesimi!!!

Dök beni hadi dök biriktiğim kaba.İstediğin şekli alıyorum nasıl olsa.Tam erimeden bükme kalbimi,kırma beni ne olur bugün kırdığın gibi...

Kaç kişi becerebilir ki bunu?Kaç kişi bu kadar yetenekli?Acıtan bir ruh,kırık bir beden ve soluk bir tenle oyun oynayan bu bedeni kırabilmeyi!

Bugün parkamaklarımı hisset bedeninde okşarken karanlığını,hadi dal düşler uykumuza...Korkma beklerim ben karanlığına büründüğünde bile başucunda.Ürpermiyorum sende varsın zaten yanımda...Hadi dal ruhum düşler uykuna bir kez daha...